Montella’dan 35 kişilik Milli Takım
ABD'li bir çift, yaşamlarını 25 yıl boyunca New York'ta sürdürdükten sonra emekliliklerini Türkiye'de yaşamaya karar verdi. Türkiye'deki deneyimlerini kaleme alan Eric Farber, bir ABD'li için acısıyla tatlısıyla İstanbul'da yaşamın nasıl olduğunu anlattı.
1979 yılında ABD’nin Detroit kentinde tanışıp evlenen ve bunun akabinde New York’a taşınan Eric Farber, 2004 yılında emekli olunca eşi Kay’le birlikte İstanbul’a taşındı. Farber, neden Türkiye’ye gelme kararını aldıklarını ünlü Amerikan gazetesi The Wall Street Journal’a yazdı. Emekli olduğundan beri yazarlık yapan Eric Farber’ın gazetede yayınlanan yazısı aynen şöyle:
Daha küçücük bir çocukken tarihe ilgim vardı. Antik dünyanın merkezlerine yakın bir yerde yaşamak hayalimdi. Boğaz’ın Asya yakasında şu anda yaşadığımız bölgenin bir zamanlar Kalkedon (Kadıköy) olarak biliniyor olması gerçeğini seviyorum. Şehir, ofisimizin duvarında asılı olan 13’üncü yüzyıldan kalma Mappa Mundi’de de yer alıyor.
Ancak en önemlisi, burada, Batı’nın büyük şehirlerinde giderek daha az rastlanan toplum olma duygusunu tattık. Semtimiz Moda’da fırında, kasapta, manavda, restoranda, bankada, doktorda ve berberde, kısacası neredeyse her gün gittiğimiz yerlerde bizi tanıyorlar ve selam veriyorlar. İnsanlar selam vermek için bizi durduruyor.
Semtimiz ülke standartlarına göre pahalı, özellikle de konut fiyatları. Dairemizi yıllar önce 500 bin dolara satın aldık, içinde değişiklikler ve yenilemeler yapmak için 100 bin dolar masraf yaptık. Emlaklar bugün dairemizi satmaya kalkışsak 1.5 milyon dolar talep edebileceğimizi söylüyor. Aylık 300 dolardan daha az olan aidatımız ısınma, ortak alan bakımı, bahçe işleri, açık yüzme havuzu ve binada yaşayan kapıcının maaşı ile sigortayı karşılıyor.
Geniş oturma odamız Marmara Denizi’ne bakıyor. Bu manzara için bu daireyi satın aldık. Yolcu gemileri ya da Karadeniz’e doğru yol alan büyük tankerler sıkça buradan geçiyor. Uzakta, hem büyüklüğü hem de tarihiyle muazzam bir yapı olan Ayasofya’yı görebiliyoruz. Altıncı yüzyılda Ortodoks katedrali olarak inşa edilen Ayasofya, sırasıyla önce cami, sonra müze ve son olarak 2020’de tekrar cami oldu.
Artık bir arabamız yok. Gideceğimiz yere yürüyerek varamıyorsak taksi ya da diğer toplu taşıma araçlarını kullanıyoruz. İstanbul’un sıra dışı sokak hayatı gelişigüzel, telaşlı ve şehri canlandıracak şekilde kontrolsüz. Bu özelliğini seviyor ve başka yerlere seyahat ettiğimizde özlüyoruz.
Bizi şehrin Avrupa yakasına 20 dakikada götürecek feribota deniz kenarında yaptığımız kısa bir yürüyüşle ulaşıyoruz. Satıcılar vapurda çay ve meyve suları satıyor. Vapurdan indiğimizde de bizi közlenmiş kestane, midye, mısır ve balık ekmek satan daha fazla satıcı karşılıyor. Yaşlı adamlar piyango bileti satıyor ve falcılar, fal kurabiyelerini satabilmek için canlı tavşanlar kullanıyor.
Türkiye’yi ucuza yaşamak için seçmedik ancak böyle bir fırsatımız olduğu için de şanslıyız. Gelirimiz dolar cinsinden olduğu için yüksek enflasyon sonucu TL’nin değerinin düşmesi işimize yaradı. İkimiz iyi bir restoranda alkolsüz bir yemeği yaklaşık 25 dolara yiyebiliyoruz. Semtimizdeki restoranlarda Türk mutfağını yansıtan çok sayıda iyi restoran var. Bunun yanında Çin, Japon ve İtalyan mutfağı da birer seçenek haline geldi.
Türklerle ve diğer gurbetçilerle arkadaş olmak da nispeten kolay. Doğal ve bize faydası dokunan bir sosyal yaşantımız var. Arkadaşlarımızın çoğu bizden daha genç, bürokrasiye işimiz düştüğü zamanlar bize çok yardımcı oluyorlar.
Türkiye’de yabancı olarak yaşamak için hükümetin her iki yılda bir yenilediği oturma iznine sahip olmak gerekiyor. Bunun tam bir Bizansvari bir süreç olduğunu söyleyebiliriz, gerekli belgeler asla aynı olmuyor, bu belgeleri toplama süreci de gergin geçebiliyor.
Haftada üç kez ağırlık kaldırdığım ve eşim Kay’in de pilates yaptığı bir spor salonuna gidiyoruz. Yaşlandıkça sağlık hizmetleri büyük bir sorun haline geldi. Yıllar boyunca ABD’dekine benzer bir özel sağlık sigortasına sahiptim. Ancak benden sekiz yaş küçük olan Kay ile aynı şirketten sigortalı olmamıza rağmen 75 yaşına geldiğimde söz konusu sigorta şirketi benim sigortamı iptal etti. O zamandan beri özel hastanedeki sağlık masraflarımı cebimden ödüyorum. Şaşırtıcı olan ise kritik bir ameliyat da dahil olmak üzere birinci sınıf sağlık hizmetini kolayca karşılayabileceğim bir maliyetle ulaşabiliyorum. İstanbul’daki özel hastanelerin oldukça modern ve konforlu olduğunu da ayrıca eklemek isterim.
Burada kendimizi güvende hissediyoruz. Mahallemizde gece bile korkmadan yürüyebilmek iç rahatlatıcı. Şehrin tarihinde yakın zamanda Türkiye’nin güneydoğusu ve Suriye’nin bazı bölgelerinde yaşanana benzer yıkıcı depremler var. Ancak biz şu ana kadar herhangi bir sarsıntı hissetmedik.
Burada kış yağmurlu ve soğuk geçse de nadiren donma olayları yaşanıyor. İlkbahar ve sonbahar uzun sürüyor, temmuz ile ağustos ayları oldukça sıcak oluyor.
Toplu taşıma araçları çok olmasına rağmen bazen insanı çileden çıkartabiliyor. Şehirde New York’ta rastlayabileceğiniz ulaşım kolaylığından yoksun.
Türkçe öğrenmesi kolay bir dil değil, en azından bizim için. Bu kısmen de yaşlanan beynimiz ve azalan işitme duyumuzun suçu. Ayrıca Türkler hızlı konuşmaya yatkın.
Alışverişe gelince, yurt dışından gelen ürünler eskiye kıyasla daha fazla olsa da seçeneklerimiz hâlâ sınırlı. Ayrıca birçok ürün, ABD’de görmeye alıştığımızdan daha düşük kalitede.
Mali işlerimizi uzaktan yürütmek zorundayız ve bu zaman zaman sinir bozucu olabiliyor.
Son olarak internet ve e-posta harika birer iletişim şekilleri olsa da ABD’deki arkadaşlarımızı ve ailemizi daha sık görememek üzücü.
Yine de buradaki yaşantımızdan fazlasıyla memnunuz. Seyahatlerimizde birçok ülke gördük ve hiçbir yerin mükemmel olmadığının farkındayız.
Emeklilik insana yaşamın ana hatlarını ayırt etme fırsatı veriyor. Hayatta yaptığımız can alıcı seçimleri düşündüğümde en çok tercih ettiğim şeyin özgürlük duygusu ve çeşitli deneyimler olduğunu görüyorum. Gurbetçi yaşamımız da bu seçimlerden biri.